Academia.eduAcademia.edu
DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDEKİ TÜRK AİLE YAPISININ VE TÜRK GELENEKLERİNİN SEMBOLLERLE BİRLİKTE GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI Tayfur EVSEN GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ / TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ tayfurevsen1905@gmail.com ÖZET Dede Korkut hikâyeleri Türk kültürünün, geleneklerinin, sembollerinin ve daha birçok unsurun taşıyıcısı olmuştur. Günümüzde hâlâ yaygın olarak görülen geleneklerin çıkış noktalarını görme ve anlama konusunda bizlere rehber olmaya devam etmektedir. Bazı haram ve yasakların (içki içme, savaşlardan sonra kadınlara el koyma vs.) uygulanmaya konulmaması açısından bakıldığında ise bir geçiş ürünü olduğunu görmekteyiz. Bu incelemenin amacı, Dede Korkut hikâyelerindeki geleneklerin, aile yapısının, inanç geleneklerinin sembollerle birlikte günümüzdeki yansımalarını ve geçirdikleri değişimleri gözlemlemektir. Nitel analizler ve eldeki bulgular kapsamında bu Türk geleneklerinin yer yer terk edilmekle beraber çoğu zaman da İslamiyet’in etkisinin artmasıyla beraber dönüşüme uğrayarak günümüze kadar geldiği saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Gelenek, Sembol, İnanç, Aile Yapısı. GELENEK VE SEMBOL Bir toplumun veya topluluğun eskinden beri süregelen ve kuşaktan kuşağa iletilen değerlerinin bütününe ‘’gelenek’’ adı verilir. Bu gelenekler, alışkanlıkları, bilgileri, inançları, töreleri ve davranışları içeren, genel bir yaptırım gücüne sahip olan, yazılı ve sözlü olarak ikiye ayrılan değerlerdir. Bu sosyal pratikler, geçmişten devraldıkları kurallar ve yaşayış biçimlerini belirli bir dönüşüme yani yaşanılan çağın şartlarına entegre ederek kuşaktan kuşağa aktarılmasına imkan tanırlar. Kültürel simge ise, bu değerlerin bazı yönlerini temsil etmek için kullanılan nesnelerin ve soyut değerlerin genel bir tanımdır. Dede Korkut hikâyelerinde de sembolik anlatımlar ve kültürel simgeler sık sık karşılaştığımız bir durumdur. Dede Korkut hikâyeleri, Oğuz Türklerinin şimdiye kadar bilinen en eski epik destansı hikâyeleridir. On iki hikâye ve bir önsözden oluşmaktadır. Yakın zamanda on üçüncü hikâyenin bulunduğunu söylemekte de fayda vardır. Sözlü bir kültürün ürünü olmasından dolayı hikâyeler değişmiş ve orijinal hâlinin dışına çıkılmıştır. Bu hikâyelerde Oğuzlara dair çok fazla ve çeşitli bilgiler elde etmek mümkündür. Gelenekler, yaşam biçimleri, ekonomik durum, inanç, giyiniş, beslenme tarzları, savaş taktikleri ve sanatları, doğa ile olan etkileşime kadar birçok hususta önemli bilgiler sunulmaktadır. Hikâyeler değişmiş olsa da yaşantıdan taşıdığı izlerin kaybolmadığını söylemek mümkündür. Eski Türk geleneklerini yansıtması bakımından eser oldukça değerlidir. İçerdiği geleneksel ögelerle ve sembollerle de bu inceleme yazımızın konusunu oluşturacaktır. a) Aile Meclisleri Eski çağlardan bu zamanlara kadar insanlar bir karar alacakları zaman büyüklerine danışıp istişare ederek hep birlikte ortak bir karara varmaya çalışırlar. Böylelikle aile meclisleri ya da dost meclisleri kurulurdu. Bu meclisler çoğu zaman yemekli eğlence meclisleriydi. Eski Türklerde bu gelenek oldukça yaygındır. Her türlü merasimden önce bu meclisler kurulur ve bir fikir birliği sağlanmaya çalışılırdı. Dede Korkut’taki yansımasına bakalım: 2 ‘’Pay Pure Bey der: Oğul, kudretli Oğuz beylerini evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre iş edelim dedi. Kudretli Oğuz beylerini hep çağırdılar, evlerine getirdiler. Ağır misafirlik eylediler. Kudretli Oğuz beyleri dediler: Bu kızı istemeğe kim varabilir? Uygun gördüler ki Dede Korkut varsın dediler.’’ (Ergin, 1971, s. 63) Günümüzde bu durum hâlâ devam etmektedir. Büyük aile meclislerine özellikle aşiretlerde çok sık rastlanılır. Bunun sebebi geleneksel aile yapısının aşiretlerde devam etmesidir. Aşiret reislerinin genel karar verici olduğu kabul edilse de aile içi kararların alınışında çoğunlukla tüm aile bireylerinin karar mekanizmasının içerisinde yer aldıklarını söyleyebiliriz. b) Ev Kurma Eski Türklerde evlilikten sonra erkek ve kadın, mallarını birleştirerek ortak bir ev kurarlardı. Günümüzde ise bu durum oldukça farklılık göstermektedir. Kimi zaman erkek tarafının satın aldığı yeni bir eve taşınılır kimi zaman kadın, eşinin ailesiyle birlikte yaşamaya başlar. Bazı zamanlarda ise bu durumun tam tersi gözlenebilmektedir. Genellikle ev, erkek tarafından kurulur. Ve envaiçeşit ihtiyaçlar da erkek tarafından karşılanmak durumunda bırakılmıştır. c) Başlık Parası Hikâyenin bazı bölümlerinde günümüzde aşiretlerde ve aşiret çevrelerinde görülmeye devam eden başlık parasına benzer gelenekler görülmektedir. Bu geleneğin kökenleri 1500 yıl öncesine dayanmaktadır. Evlenmek isteyen kişi, kızın ağabeyine ya da babasına çeşitli armağanlar ve mallar sunmak zorundadır. Nadiren de olsa kızı vermemek için çok zor isteklerde de bulunulur. ‘’Deli Karçar der: Bin erkek deve getirin dişi deve görmemiş olsun, bin de aygır getirin ki hiç kısrakla çiftleşmemiş olsun, bin de koyun görmemiş koç getirin, bin de kuyruksuz kulaksız köpek getirin, bin de pire getirin bana dedi. Eğer bu dediğim şeyleri getirirseniz pekala verdim, amma getirmeyecek olursan bu sefer öldürmedim, o vakit öldürürüm dedi.’’ (Ergin, 1971, s. 66) 3 d) Beşik Kertmesi Eski dönemlerden beri görülen ‘’beşik kertmesi’’ geleneği günümüzde nadiren de olsa görülmektedir. Özellikle Şanlıurfa ve çevresinde görülen bu gelenek, yok olmaya yüz tutmuştur. Bu gelenek, iki beyin, iki kahramanın veya iki hanın eşlerinin aynı zamanda hamile kalmasıyla akrabalık bağlarını pekiştirmek ve dostluklarını geliştirmek amacıyla çocukların büyüdükleri zaman birbirileriyle evleneceklerine dair söz verdikleri bir gelenektir. Bazen çocuklar doğduktan sonra, yani beşikte olduklarında bu söz verilir bazen de bu durum hamilelik sürecinden önce verilir. Bir nevi temenni etme veya dua alma durumudur. Anadolu’da ise bir kızın doğum haberini alan ve bu kızın ailesiyle akrabalık kurmak isteyen erkek aileleri, kızın ailesine bir beşik yollayarak söz keserler. Dede Korkut’ta da bu geleneğin izlerini görürüz. ‘’Pay Piçen Bey de yerinden kalktı, der: Beyler benim de hakkıma bir dua eyleyin. Allah Teala bana da bir kız versin dedi. Kudretli Oğuz beyleri el kaldırdılar dua eylediler, Allah Teala sana da bir kız versin dediler. Pay Piçen Bey der : Beyler, Allah Teala bana bir kız verecek olursa, siz şahit olun, benim kızım Pay Pure Beyin oğluna beşik kertme yavuklu olsun dedi.’’ (Ergin, 1971, s. 54) e) İsim Koyma İsim koyma geleneği de eski Türklerde oldukça önemli bir husustur ve değişkenlik gösterir. Bebek doğduğu zaman göbek bağı kesilir. Bazen, kendisine göbek bağını kesen kişinin adı verilirdi. Bu dini bir isim olmalıydı. Ahirette, dirilişten sonra çocuğa göbek adıyla sesleneceği inancı göz önünde bulundurularak böyle bir uygulamaya gidilirdi. Bu durum İslamiyet’in kabulünden sonra ortaya çıkmıştır. Bebek doğduğu zaman birkaç gün isimsiz kalabilirdi. Çünkü bebeğin doğduktan sonraki birkaç günlük kritik yaşam süresini atlatıp atlatamayacağı beklenir, bu süre atlatıldıktan sonra isim koyulurdu. Bazı bölgelerdeki inanışlara göre bu süre uzatılabilirdi. Kutsal sayılan günlerin gelmesi beklenirdi ve o günlerde bebeklere isim konulurdu. Bazen de çocuk büyüyene kadar kendisine geçici bir isim verilir, yeni bir isim alması uzun yıllar sürebilirdi. Alacağı isim, ileriki yıllarda yapacağı bir meziyete, bir kahramanlığa göre verilirdi. 4 Günümüzde ise sadece ismin içerdiği anlama göre isimler konulmakta bazen de bu durum bile dikkate alınmadan popülaritesi yüksek olan ya da ender bilinen isimler koymaya özen gösterilmektedir. Eski Türklerdeki isim koyma geleneği kapsamlı bir konu olduğu için bir başka araştırma başlığı altında incelenebilir. Bu geleneğin Dede Korkut’taki yansıması ise şöyledir: ‘’Oğlan boğanın alnından yumruğunu giderdi, yolundan savuldu. Boğa ayak üstünde duramadı, düştü tepesinin üstüne yıkıldı. Oğlan bıçağına el attı, boğanın başını kesti. Oğuz beyleri gelip oğlanın başına toplandılar, aferin dediler. Dedem Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, beraberine alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alıversin dediler.’’ (Ergin, 1971, s. 13) f) Baba, Anne, Oğul Sembolleri ve Kadın ile Erkeğin Yeri Dede Korkut kitabında baba, anne ve oğul sembolleri hikâyelerin temelini oluşturmuştur. Baba, her zaman otorite sahibi; geleneğin, gücün ve tecrübenin sembolüdür. Evlatları için kendini feda etmeye hazır ve hataya yapmaya açıktır. Kültürün taşıyıcısıdır. Evlat sevgisinin başlıca sebebi, bilgi birikimini, mal ve şanını gelecek nesillere aktarabilmektir. Anneler, sorgulayan, eleştirel düşünceye sahip, oğul ve baba arasındaki uzlaşmacı bir semboldür. Yeri geldiği zaman bir savaşçı rolüne bürünebilir. Kutsal bir varlıktır. Boğaç Han’ın yarasının, annesinin sütüyle tedavi edilmesi ve bunun bir rüya motifiyle Boğaç Han’a gösterilmesi de bunun kanıtıdır. Oğul, soyun devamıdır. Oğlu olan aileler, toylarda ak otağa konulur ve böyle onurlandırılırlardı. Annenin gözünde oğul, babadan da üstündür. Gidilen avlarda çocukların kaybolması ya da baba tarafından oğullarla ilgili kötü haberler verilmesi durumlarında, annenin babaya beddua etme seviyesine çıkması bunu gösterir. Hikâyenin bazı bölümlerinde oğul, babanın kurtarıcısıdır. Oğul, gelecektir. Bu yüzden babalar çoğu kez, oğullarına göre bir kız bulabilmek için yollara düşerler. Bunu kız çocukları için yapmazlar. Çünkü evlenen kız çocukları artık aileden sayılmaz. Oysa erkek çocuk için yurdun dört bir yanında günlerce hatta aylarca bile kız aranırdı. 5 Erkek evladın aile faaliyetlerine katılması babanın yükünü büyük ölçüde hafifleten bir durumdu. “Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir" atasözü de bu anlayışı yansıtır. Kız çocukları evlendikten sonra aileden sayılmazlardı ama erkek çocuklar her zaman ailenin bir parçası olarak görülürdü. Fakat kız çocuklarına değer verilmediği de söylenemez. Zira kadın, önemli bir yer edindiği eski Türk toplumunda, aile kurumu içerisinde kutsal bir kişiliktir. Bu yüzden eski Türklerde çift eşlilik nadir görülürdü. Aile reisi tek bir kadına bağlı kalırdı. Savaşlardan sonra özellikle kadınların esir edilmesi siyasi bir otorite niteliği taşırdı. Bu yüzden savaşlara girilmeden önce ailelerin ve bilhassa kadınların güvenlikleri güvence altına alınırdı. Eski Türklerde evlat sahibi olmanın bir statü getirdiğini, evlat sahibi olmayanların ise toplumdan bir şekilde soyutlandığını söyleyebiliriz. Nitekim Dede Korkut hikâyesinde de buna rastlamak mümkündür. ‘’Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu. Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin demişti. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayana Allah Teala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bilsin demiş idi.’’ (Ergin, 1971, s. 8) Günümüze kadar da erkek çocuklarına, kız çocuklarına oranla daha fazla kıymet verildiğini görebiliriz. Erkek evlat, neslin devamlılığı için önemli bir etken olduğundan, her zaman ayrıcalıklı bir konuma getirilmiştir. Özellikle aşiretlerde, aşiret reislerinin erkek çocuk istediği için erkek çocuk doğurmayan kadınların üzerine kuma getirmeleri ender rastlanılan bir durum değildir. Aşiretlerdeki güç göstergesi, aşirete mensup erkek sayısının fazlalığına bağlıdır. İslamiyet’e geçişten sonra, Arapların Cahiliye dönemindeki geleneklerinin etkisinde kalınmış ve kadına verilen değer bir ölçüde azalmıştır. 1854 yılına kadar kadınların cariye ve köle olarak alınıp satıldığı da göz önünde bulundurulursa kadına verilen önemin ne kadar azaldığı açık ve net bir şekilde görülebilir. Tek eşlilik yer yer terk edilmiş, çok eşliliğe geçilmiştir. Konar göçer bir toplum yapısından yerleşik hayata geçildiği için kadınlar ev yaşamına itilmişlerdir. Osmanlı mahkemelerinde iki kadın ancak bir erkeğe denk tutulmuştur. Miras payları da erkeklere oranla çok düşüktür. Aslında miras konusunda çok az bir pay almaları, eski Türk yaşantısında evlenen kadınların aileden sayılmamaları göz önünde bulundurulduğunda çok da kötü bir durum olarak görülmeyebilir. Fakat bu eşitsizliğin nedeni, evlenen ya da evlenecek olan kadının, kocasının himayesi altında bulunduğu için giderlerinin kocası tarafından karşılanacağı ve bu yüzden de erkeğe nazaran maddi anlamda daha az ihtiyacının olacağıdır. Mirasın 6 bölüştürülmesi bu düşünceyle hazırlanmış ve İslam hukukuna göre çizilmiştir. Osmanlı döneminde kadına olan bakış açısına bir örnek daha verelim: ‘’III. Osman ayrıca kendi gezilerine ayırdığı haftanın üç gününde İstanbul'da kadınların sokağa çıkmasını yasaklamıştı. Diğer günlerde sokağa çıkan kadınların ise örtülü ve sade biçimde giyinmeleri zorunluydu. Buna uymayan şekilde sokağa çıkan kadınlar III. Osman'ın emri üzerine denize atılarak öldürülüyorlardı.’’ (Tanzimat'tan Cumuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, s. 858-859) Cumhuriyet’e kadar süren süreçte kadınlar metalaştırılmış ve değersizleştirilmiştir. Jön Türklerin çalışmalarıyla bazı haklar kazanmış olsalar da bu haklar sadece birkaç büyük şehirde geçerli olmuştur. Cumhuriyetle birlikte seçme ve seçilme hakkı gibi birçok hakka sahip olan ve erkeklerle eşit bir statüye tabi tutulan kadınlar ancak bu yıllardan sonra yetkinlik kazanabilmişlerdir. Günümüzde modern aile yapısında kadına ve erkeğe eşit değer verildiği söylenmektedir. Fakat 1950’lerden itibaren köylerden kentlere başlayan göç dalgasının artmasıyla, siyasi otoritelerin oy kaygısı güderek devlet arazilerinde gecekondu yapılmasına göz yummasıyla birlikte şehirlerde varoşların yaşadığı ve toplaştığı bir alan oluşmuştur. Şehre gelen köylü kadınlarının ve kızlarının birçoğu çeşitli vaatlerle kandırılarak kötü yollara sürüklenmiştir. Gazetelerde sık sık karşılaşılan kadın cinayeti haberleri ve ensest ilişkiler de bu dönemden itibaren yaygınlaşmıştır. Elbette ki öncesinde de var olan bu olaylar, teknolojinin ve haberleşme olanaklarının gelişmesiyle birlikte su yüzüne çıkma şansı bulmuştur. Her ne kadar modernizeden, kadın haklarından bahsedilse de kadınların değeri günümüzde de anlaşılmamaya devam etmektedir. İNANÇ GELENEĞİ İnanç kavramı da hikâyenin temel yapı taşlarından biridir. İslamiyet’e geçiş dönemi eserleri arasında yer alan Dede Korkut’ta ‘’gaza’’ sembolü kendini her hikâyede gösterir. Dua ve bedduaların kabul olması, cenklerden önce abdest alınıp namaz kılınması, Hz. Muhammed adına sık sık salavat getirmeleri ve adını anmaları, sürekli kafirlerle yani Müslüman olmayanlarla savaşmaları, Dede Korkut’un her hikâyenin sonunda kalıplaştırdığı dini motifleri kullanması da İslami sembollere örnek olarak gösterilebilir. 7 a) Adak-Kurban Bir sorunun giderilmesi ya da bir dileğin gerçekleşmesi için ‘’adak’’ çok önemlidir. İnsanlar maddi sıkıntılarından, manevi buhranlarından kurtulmak daha doğrusu yüklerini hafifletmek için günümüzde de olduğu gibi kesilen kurbanlardan ziyafet hazırlar ve bu ziyafete yoksulları, muhtaçları davet ederek Tanrı adına bir armağan sunarlar. Bazen adak adı altında, istenilen şeyin gerçekleşmesinden sonra yapılır bazen de Tanrıdan bir şey istemeden önce ona bir kurban sunulur. Günümüzde de hâlâ ‘’Kurban’’ ve ‘’Adak’’ eylemleri İslami çerçevede devam etmektedir. Eski Türklerde de görülen bu duruma, Dirse Han’ın eşinin söylediklerini örnek olarak gösterebiliriz: ‘’Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme, yerinden kalk, alaca çadırını yeryüzüne diktir, attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kes, İç Oğuzun, Dış Oğuzun beylerini başına topla, aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Tanrı bize bir topaç gibi çocuk verir, dedi.’’ (Ergin, 1971, s. 12) b) Kara Giyinme Günümüze kadar gelen ve İslami bir gelenek olarak görülen kara elbiseler giyinme geleneği aslında eski Türklerde de görülmekteydi. Günümüzde bazı kesimlere göre İslami bir zorunluluk olan siyah giyinme, daha doğrusu kara çarşaf, eski Türklerde yas törenlerinde giyilirdi. Üzüntüyü ve matemi ifade eden rengin bu olduğuna karar kılınmış olmalı ki genelde yas törenlerinde bu renkteki kıyafetler tercih edilmiştir. Dede Korkut’taki yansıması şu şekildedir: ‘’Pay Pure Beyin penceresi altın otağına feryat figan girdi. Kızı gelini kah kah gülmez oldu, kızıl kına ak eline yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar kara elbiseler giydiler, vay beyim kardeş, muradına maksuduna ermeyen yalnız kardeş deyip ağlaştılar böğürüştüler. Beyrek’in yavuklusuna haber oldu, Banı Çiçek karalar giydi ak kaftanını çıkardı, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı…’’ (Ergin, 1971, s. 71) 8 c) Armağan Hikâyede göze çarpan bir diğer husus ise ‘’armağan’’dır. Bu kavramı da inanç sembolleri arasına sokmak mümkündür zira bu hikâyelerde armağan, daha çok Tanrı adına yapılmıştır. Cömertliğin sembolü hâline gelmiş olan armağan verme geleneği, beylerin güzel haber getirenlere verdiği, savaştan sonra elde edilen zaferlerin sonucu olarak ihsanlar eylediği bir maddi unsurdur. Tanrının evlat vermesi, kişilerin evlat sahibi olması ise manevi armağanlardır. Verilen maddi armağanların karşılığı olarak Tanrıdan manevi bir armağan alındığını söylemek de yanlış olmaz. Toylar da armağan verilen mekanlar arasındadır. Burada verilen sazlı sözlü eğlence yemekleri de armağan olarak görülebilir. ‘’Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk tane kul, kırk cariye oğlu Ur uzun başına azat eyledi. Kahraman koç yiğitlere çok ülke verdi, şalvar, cübbe, çuha verdi.’’ (Ergin, 1971, s. 51) Günümüzde ise bu gelenek yer yer devam etmekte, ‘’havadis’’ adı altında getirilen iyi haber veya haberlerin karşılığı olarak armağanlar verilmektedir. SONUÇ Sonuç olarak, günümüz aşiretlerinin ve söz meclislerinin Oğuzlara kadar dayandığını söyleyebiliriz. Ev kurma işinin büyük kısmı artık erkeğin omuzlarındadır. ‘’Yuvayı dişi kuş yapar’’ atasözü büyük ölçüde önemini kaybetmiştir. Başlık parası, yani ‘’kalın’’ diye adlandırılan ve erkek tarafının, kız tarafına nakit olarak ya da mal karşılığı ödeme yaptığı durum ise günümüzde hâlâ yer yer görülmeye devam eder. Büyük ölçüde değişim gösteren bu durum, altının veya başka bir malın sadece geline bırakılması şeklinde de görülmektedir. Bir bakıma gelinin rahatça yaşayabileceğinin, darda kalma durumlarında kullanabileceği bir teminattır. Beşik kertmesi geleneği neredeyse yok denecek kadar azdır ve yok olmaya yüz tutmuştur. İsim koyma geleneği sadece ismin manası düşünülerek ya da popülaritesi göz önünde bulundurularak verilmeye başlanmış, eski önemini ve titizliğini kaybetmiştir. Aile yapısında değişmeler tabi olarak görülmektedir. Kadına olan değer azalmaya başlamış ve kadın, günümüzde de hâlâ hak ettiği değeri bulamamıştır. Erkek evlat popülaritesi aşiret ailelerinde ve çevrelerinde devam etmektedir. Fakat modern aileler dediğimiz yapı içerisinde 9 kadın ve erkek değeri birbirine eş tutulmaya çalışılır. Adak ve kurban geleneği İslami çerçevede devam etmektedir. Eski bir gelenek olmasına karşın, günümüzde kara giyinme de İslami bir durum olarak görülür. Cenazede yas tutmanın göstergesi olan kara giyinme, günümüzde İslami bir farz olarak lanse edilmektedir ve sadece yasları değil, hayatın genelini kapsamaktadır. Armağan verme geleneği ise çoğu zaman havadis adı altında devam etmekte ve iyi haber veren kişiye çeşitli armağanlar sunulmaktadır. Ayrıca mevlit vb. yemekler de armağan kapsamındadır. 10 KAYNAKÇA Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 63). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 66). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 54). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 13). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 8). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Tanzimat'tan Cumuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 3, s. 858-859). İstanbul: İletişim Yayınları. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 12). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 71). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Ergin, M. (1971). Dede Korkut Kitabı (s. 51). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. 11