Academia.eduAcademia.edu
YER DEMİR GÖK BAKIR’DAKİ HALK HİKÂYELERİNİN ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ, TAŞBAŞOĞLU KARAKTERİNİN MİTOSLAR BAĞLAMINDA İNCELENMESİ Tayfur EVSEN GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ / TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ tayfurevsen1905@gmail.com ÖZET Tarih boyunca birçok söylenti, insanların bilinç altlarına yerleşerek nereden geldiği bilinmeyen soyut bir kurgu, gündelik bir yaşam biçimi hâlini almıştır. Kulaktan kulağa yayılan ve sürekli bir değişim döngüsüne giren olaylar, inandırıcılık bağlamında önemli bir sorun arz etmektedir. Anlatılanların geçerliliği var mı? Kaynağı nedir? Değişim göstermiş midir, göstermişse bu değişim nasıl yaşanmıştır? İncelemenin amacı bu sorulara cevap vermek ve Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır kitabındaki halk hikâyelerinin çıkışı ve gelişimini inceleyerek, halk hikâyelerinin mitoslarla birlikte mitolojiye kadar uzanan sürecini Taşbaş karakteri üzerinden şekillendirmektir. Sırasıyla takip edilen olayların gelişimi nitel analizlerle saptanmıştır. Hikâyelerin, içerdikleri motiflerle mitolojilerin yaratılışına katkı sağladığı, toplumsal sıkıntıların da bu çerçevede rol oynadığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Yaşar Kemal, Yer Demir Gök Bakır, Taşbaşoğlu, halk hikâyesi, mitos, mitoloji. 16. yüzyıldan itibaren destanların yerini almış olan halk hikâyeciliği, Anadolu’ya destanlarla gelmiş Türklerin, geçmiş kültür birikimleriyle elde ettikleri ve yazıya aktarılmadıkları sürece sözlü olarak devam eden, bu süre zarfında da değişmelere uğradığı görülen bir sözlü kültür ürünüdür. Gerçekliğe uygun ama bir o kadar da kurmaca metinlerdir. Hikâyelerde olağanüstü unsurlar azaltılmış olsalar dahi varlıklarını hissettirirler. Bu tür hikâyeler, anlatıcı tarafından ‘ilahi bakış açısıyla’ anlatılmıştır. Anlatıcı, olayların gerçek yönünü bilmektedir. Değişen olaylar neticesinde âşıklar, halk ozanları vb. kişiler tarafından anlatılmaya ve geliştirilmeye devam edilir. Halk hikayelerinin dört temel kaynaktan beslenip ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bunları: Gerçek olaylardan doğan hikâyeler, aşıkların (ozan) kendi hayat ve şahsiyetleri temelinde oluşturdukları hikâyeler, dini ve milli kahramanların hayatları üzerine temellendirilen hikâyeler, klasik hikâyeler şeklinde sıralayabiliriz. Ayrıca bu hikâyeleri konularına göre üç başlık altında toplayabiliriz. Bunlar: Kahramanlık hikâyeleri, aşk hikâyeleri ve dini hikâyelerdir. Mitoloji, efsaneler bilimi anlamına gelir. Doğu dillerinde ‘efsane’ Batı dillerinde ise ‘mit’ adını almıştır. Mit ya da Mitos, Yunanca ‘mythos’ kelimesinden gelmektedir. Tanrıları, kahramanları, soylu kişileri, doğaüstü varlık ve olayları konu edinen anlatılardır. Genelde halk hikâyeleri gibi sözlü ürünlerdir. Bazı efsaneler de orijinal olarak sözel bir geleneğin ürünüyken zamanla yazılı hâle gelmişlerdir. Büyük çoğunluğu kulaktan dolma anlatımlarla ortaya çıkmıştır ve gerçeklikleri yoktur. Mitolojiler, insanlarla arasındaki ruhani bağı kopardığı zaman, basit masallara dönüşerek unutulurlar. ‘’Bir mit, gücünün bir kısmını topluluğun (en azından belirli bir kısmının) ona olan inancından ve doğru olarak kabul edilmesinden alır.’’ (Korkmaz, 2012) Mitolojileri genel manada sınıflandırmak istersek şu şekilde sıralayabiliriz: Asya mitolojisi, Avustralya ve Okyanusya mitolojisi, Avrupa mitolojisi, Ortadoğu 2 mitolojisi ve Amerikan mitolojisi. Fakat mitoloji dendiğinde Yunan başta olmak üzere Türk, Roma ve Pers mitolojileri ön plana çıkmaktadır. Ayrıca mitlerin kökeni konusunda yazarlar arasında ortak bir uzlaşma yoktur. ‘’Mitlerin geniş açıklayıcı özellikleri oluşumlarını belirli bir oranda muğlaklaştırmakta olup efsanelerin kökeni konusunda yazarlar arasında ortak uzlaşı bulunmamaktadır.’’ (Öztürk, 2009, s. 8) Yaşar Kemal’in Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ikinci kitabı olan, 1963 yılında yayımlanan ve 47 bölümden oluşan Yer Demir Gök Bakır’da, Yalak köylüsünün on üç aylık bir süre zarfında yaşadıkları korku ve Taşbaş karakterinin ermişliğe kadar giden hikâyesi anlatılır. Serinin ilk kitabı olan Ortadirek’te, Yalak köylüsünün pamuk toplamak için Çukurova’ya yaptıkları yolculuk anlatılmıştır. Bu yolculuğun sonunda eli boş dönen köylüler, Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyememişlerdir. Çaresizlik içerisinde kalan köylünün, korku, kaygı ve öfke duyguları arasında tutunacak bir dal arayışı Yer Demir Gök Bakır’da hayat bulacaktır. Yaşar Kemal, romanda geçen Taşbaş'ın ermişleştirilmesini ve Dağın Öte Yüzü üçlemesinin yazılış amacını şöyle ifade eder: "Bir de üç bölümlük uzun bir roman dizisi yazdım. Bir ermişin doğuşunu anlatmağa çalıştım. Bu bir alegoriydi. Dinlerin, diktatörlerin, peygamberlerin, ermişlerin doğuş sebeplerini araştırdım. Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu bu araştırmanın sonucudur. İnsanoğlu sıkışınca toplum olsun, kişi olsun kendine sığınacak bir düş dünyası yaratıyor, bir kişi yaratıyor. Yani, insanoğluna yer demir gök bakır olunca insanoğlu kendisine bir başka sığınacak dünya, sığınacak bir kişi yaratıyor. Bu, insanoğlunun yaşamında üstünde durulacak önemli bir yer.’’ (Bolat, 2006) 3 YER DEMİR GÖK BAKIR Öncelikle kitabın genel bir özetine değinelim. Ortadirek’te pamuğa giden ve istediğini bulamayan ve Muhtar Sefer yüzünden Adil Efendi’ye olan borcunu ödeyemeyen Yalak köylüsü, kışın ne yapacağını ondan nasıl kurtulacaklarını düşünmeye başlarlar. Çünkü köylü bir geleneği bozmuştur. Borcunu vermeyen köylerin nasıl rezil olduklarını, kimsenin bir daha onlara borç vermediklerine tanık olmuşlardır. Her gece ‘yarın kesin gelecek’ diye beklerler ama o bir türlü gelmez. Bu arada köylülerin pamuğa geç götürdüğünü, bu yüzden de borçlarını ödeyemediğini düşünen Koca Halil, biraz da varlığını değerli göstermek amacıyla kendini suçlar ve köylünün kendisini öldüreceğini düşünerek oğluna, kendisi ölü olarak göstermesini ister. Aylarca evin ambarında kalır. Oğlu Koca Halil için mevlit okutur. Koca Halil’in ölmediğini bilen ve köylünün onun için mevlit verdiğini öğrenen Meryemce, duyduğu öfke nedeniyle köylü ile bir daha konuşmama kararı alır. Koca Halil’in gelini Fatma, Koca Halil’in bu hâline dayanamayıp bir oyun tertipler. Köylüyü ambara getirerek Koca Halil’in ölmediğini göstermek ister. Köylü bir vakit önce bunun farkına varmıştır zaten. Fatma, köylüyü ambara götürerek, köylünün aslında Koca Halil’i suçlamadığını, bütün suçun Muhtar Sefer’in olduğunu anlatmaya çalışır. Korkuyla öfke arasında değersizleştiğini hisseden ve hâlâ kendi suçu olduğunu düşünen Koca Halil, bir daha dönmemek üzere köyü terk eder. Bir sabah Muhtar Sefer, köylüye bütün değerli eşyalarını ve erzaklarını gömmelerini, hayvanlarını da yakınlardaki bir mağaraya götürmelerini söyler. El birliğiyle gün içerisinde herkes kendi erzakını saklar ve hayvanlarını yakınlardaki mağarada toplarlar. Böylelikle Adil Efendi köye geldiği zaman hiçbir şey bulamayacak, gelecek seneye kadar da onları rahatsız edemeyecekti. 4 Günler geçer ama Adil Efendi bir türlü gelmez. Muhtar Sefer, kendi üzerine yönelen öfkeyi Taşbaşoğlu’na yöneltmeye çalışır. Fakat her şeyin farkında olan köylü, Muhtar’a istediğini vermez. Yalak köylüsünün, eşyalarını ve erzaklarını gömdüğü Çukurova’ya kadar yayılır. Köylü rezil olmuştur. Kimseye bakacak yüzleri kalmamıştır. Muhtar Sefer, bütün her şeyin topraktan çıkarılıp Adil Efendi’nin ayaklarına götürülmesi gerektiğini, bu utancın ancak böyle dindirileceğini söyler. Köylünün hâlâ Muhtar Sefer etrafında döndüğünü gören ve söylediği her şeyin, ortaya çıkardığı tüm dümenlerin bir işe yaramadığını ve köylünün bu işten vazgeçmeyeceğini anlayan Taşbaş bu durumu hazmedemez. Bir gün karısının bir kavgada yaralanması bardağı taşıran son damla olmuştur. Taşbaş, bütün köylüye ilençler yağdırır. Taşbaş’ın haklılığını gören köylüler, ona karşı nefret beslemeye hatta onu öldürme arzusu gütmeye başlarlar. Fakat Taşbaş’ın söylediği her şeyin bir bir doğru çıkması köylüyü bu istekten vazgeçirir. Bundan böyle köyde Taşbaş’ın hegemonyası başlamıştır. Adil köye bir türlü gelmez. Köylü muhtarın yalanlarının farkına vardıkça ondan uzaklaşacak ve içlerindeki boşluğu başka bir şeyle doldurmak isteyeceklerdir. Bu kişi her şeyin en doğrusunu söyleyen Taşbaş’tır. Köy halkı artık onun ermiş olduğuna inanıyor, en azından inanmak istiyorlardır. Bu durumu bozmak isteyen Sefer, köy meclisini Adil Efendi’ye gönderir. Borçlarını tahsil etmesini ister. Ancak Adil Efendi köye gelmeyeceğini söyler. Çünkü köyde korktuğu birileri vardır. Haberi alan köylü bunu Taşbaşoğlu’na bağlar. Taşbaşoğlu’nun hikâyeleri köylerden köylere yayılırken, Muhtar Sefer de bunları uyduranın ve ermişlik meselesini çıkaranın Taşbaşoğlu olduğunu düşünür. Sefer, türlü yollar denese de oyunlar oynasa da Taşbaş’ı ve Taşbaş’ın ermişliğini alt edemez. Bu durum kendisini daha da saldırganlaştırır. Ermiş olmadığını düşünen ve hikâyelerden sıkılan Taşbaş için de durum farklı değildir. Karısı ve çocukları bile kendisinden korkar hâle gelmiştir. Bir çıkış yolu arayan Taşbaş, istediğini bir türlü bulamaz. Namı tüm Çukurova’ya yayılmış, 5 çevre köylerden hastalar yağmaya başlamıştır. Taşbaş’ın bu işin içinden çıkamamasının en büyük sebebi de gelen hastaların iyileşmesidir. Köylüyü Taşbaş’a kışkırtamayan ve Taşbaş’ı öldürme girişimi de başarısız olan Muhtar Sefer, son çare olarak jandarmaya gider ve Taşbaş’ın ermiş olduğunu söyleyerek köylüleri kandırdığı haberini Yüzbaşı’na verir. Yüzbaşı, Taşbaş’ı çağırır ve tüm olanları öğrenir. Böyle bir şeyin tekrarlanmayacağı sözünü alarak Taşbaş’ı serbest bırakır. Ancak Taşbaş’ın başı belalardan bir türlü kurtulamaz ve köylüler gelmeye devam eder. Muhtar Sefer, Taşbaş’ın kendisini öldürteceği korkusuyla bir kez daha jandarmaya şikâyete gider. Yüzbaşı, iki jandarmayı hasta kılığında Taşbaş’ın evine gönderir. Taşbaşoğlu’nun üfürükçülük yaptığına şahit olan jandarmalar, Taşbaş’ı alıp götürürler. Taşbaşoğlu, gitmeden önce köylünün Muhtar Sefer’i öldürmemelerini, ceza olarak bir daha kendisiyle ömür boyu konuşmamalarını, konuştukları takdirde başlarına türlü belalar geleceğini söyleyerek jandarmalarla birlikte köyden ayrılır. Karakola giderlerken şiddetli bir yağmur bastırır ve gökyüzü kara bulutlarla kaplanır. Yağmurun şiddetinin geçmesini beklemek için bir mağaraya sığınırlar. Jandarmalar uyuduğu sırada Taşbaş kendini soğuğa ve kara teslim eder. Karakolda günlerce dayak yiyip hapis yatmaktansa böylesinin daha şerefli olduğuna karar verir. Yürüdükçe soğuğun da etkisiyle ayakları çözülen Taşbaş, bir mağaranın önüne yığılır. Köylüler bir daha kendisinden haber alamaz. Artık yeniden bahar gelmiş, açlık korkusu ve Adil Efendi korkusu başlamıştır. Bu arada Koca Halil’in ölmediği, civar köylerden birine sığındığı duyulmuştur. Adil Efendi’nin köye gelmesini engelleyenin de kendisi olduğu öğrenilmiştir. 6 YER DEMİR GÖK BAKIR’DAKİ HALK HİKÂYELERİ Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır adlı romanı, yöre insanının (Ceyhan/Adana) halk hikâyelerini ve bu hikâyelerin onların üzerindeki etkisini inceleyerek örnekler sunar. Bazı örnekler üzerinden bu hikâyelerin etkisini inceleyeceğiz 1) Abdale Zeyniki Abdale Zeyniki, sabahtan akşama kadar her türlü varlığın üzerine uzun uzun Kürtçe türküler söyleyen, iki gözü de görmeyen bir âşıktır. Hiç göremediği, dokunamadığı bir sevgilisi vardır ve başladığı türkü ne olursa olsun, gün batımında sevdiği için söyler o türküyü. Gece yolda yürürken bir kanadı yaralı, bir kanadının da ucu kopmuş turna takılır ayaklarına. Köye getirip durumun ne olduğunu sorar köylüye. Köylü, gördüklerini Abdal’a anlatır. Abdal, bu duruma çok içerlenir. Kendisinin gözünün görmediğini, onun da uçamadığını söyler. Artık kaderleri birleşmiştir. Abdal, bundan böyle sevgilisi için değil, Turna için söyler. Turna için her türlü varlığın üzerine türkü yakar. Turna da karşısında oturup onu dinler. ‘’Bir gün, beş gün, bir ay, iki ay söyler. Durmadan söyler. Ağaçlar, çiçekler, böcekler, anamız toprak dile gelir. Bir sabah, gün doğar. Abdalın türküsü biterken bir acayip hâl olur. Birdenbire Abdal’ın gözlerinin önünde bir ışık patlar. Abdal ışığın şiddetine dayanamaz. Yıllardır içinden çıkamadığı dönüp durduğu karanlığın paramparça olup yere dökülmesine dayanamaz, toprağa kapaklanır. Korkusundan gözlerini açamaz. Bir süre cansızcasına toprağa kapaklanmış kalır. Sonra usul usul doğrulur, gözlerini açar. Önünde dünya açılır. İlkin uçsuz bucaksız mavi gökyüzünü görür. Hayran kalır. Lalü ebkem kalır. Sonra gözünü indirir, toprağa bakar. Toprakta 7 hiç görmediği karıncalar, çiçekler, otlar. Toprak doğurgan bir ana gibi zengin, şehvetli ... Toprağa da hayran bakakalır. Eğilir toprağa, ışığı öper. Bu arada, turna önündedir, onu hiç görmez. Sonra bir de bakar ki, telli turnası önünde durup durur. Güzel telli turna. Onu tutmak, okşamak, öpmek için elini uzatır. O elini uzatır uzatmaz turna kanat çırpar, havalanır, uzak göklere gider. Abdal onu uçsuz bucaksız gökte, bir nokta kalıncaya kadar gözler, sonra turnayı gözden yitirir.’’ (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 93-94) Sözlü kültür geleneğinin örneklerinden biri olan Abdale Zeyniki’nin hikâyesi, barındırdığı motifler bakımından incelenmeye değerdir. Kel Âşık’ın, belirli günlerde sazının ezgileriyle köylüyü toplaması anlattığı kıssalarla ve nesillerdir devam eden ‘âşıklık’ geleneğini sürdürmesiyle tüm ilgiyi üzerinde toplar. Sözlü halk kültürünün bir temsilcisidir. Türküyü daha güzel söylemek için ateşin yakılması gerektiğini söyleyerek ateşin önemli bir unsur olduğu vurgusunu yapmıştır. Ateşin Türk kültüründeki yerine değinecek olursak, Gök Tanrı inancına sahip olunduğu dönemlerde, yaşamda pratik sağladığı için kutsal bir güç olarak görülmüştür. Savaşçı bir toplum olan Türklerin, ateşin demir üzerindeki hakimiyetini görmeleri bu saygıyı pekiştirmiştir. Ayrıca baharın gelişini simgeleyen ve ateş üzerine eğlenceler tertiplenen Nevruz da yine bu geleneğin parçasıdır. Abdal’ın ‘turna motifi’ de ayrı bir önem arz etmektedir. Gıyasettin Aytaş’ın ‘Türkülerde Turna’ adlı makalesinde turnanın ‘Gök Tanrı’yı temsil ettiği için kutsallaştırıldığı’ belirtilerek söz konusu kutsallığın Alevî-Bektaşî folklorunda da devam ettiği ve ‘Hz. Ali’yi temsil ettiği’ söylenmektedir. Makalenin devamında ise turnaların haber alma, haber verme işlevlerini konu alan türküler üzerinde durulmuş ve bu türkülerden örnekler sunulmuştur. (Aytaş, 2003) Yine aynı hikâyede ‘ışık motifi’ de ön plana çıkmaktadır. Işık, Türk destanlarında aydınlatıcı, dini bir motiftir. Kutsallık taşıyan bu motif, büyük kahramanlar etrafında çok defa şekillenmiştir. Yaratılış destanındaki Ak-Ana ve Oğuz Kağan destanında Oğuz’un ordularına yol gösteren Kurt’un ışıktan geldiği 8 söylenir. İslam öncesinde Türklerin bağlı olduğu Şamanizm’de ‘cennet’ bir ‘ışıklar ülkesi’ olarak nitelendirilir. Manihaizm’deki tanrı da ‘ışık tanrısı’ olarak adlandırılmıştır ve Bögü Kağan ile dört kardeşinin de ışıktan yaratıldığı anlatılmıştır. İslamiyet sonrasında da ışık kavramı, önemini sürdürmeye devam etmiştir. 2) Yağmur Dede Yağmur Dede’yi de dini ve milli kahramanların hayatları üzerine temellendirilen hikâyeler kapsamında ele alabiliriz. ‘’Bugünlerde onlara bir ermiş gerekti. Belki şimdiye kadar da bir ermiş bulmuşlardı. Bulamadılarsa, Yağmur Dedenin yatırında bir keramet bulacaklardı. Yağmur Dedenin yatırı uzakta, bozkırla Toros arasına sıkışmış, kıraç bir tepenin üstündeydi. Yağmur yağmadığı yıllar bozkırın köylüleri gelip ona horoz kurban ederler, ondan yağmur dilerlerdi. Yağmur Dede yalnız horoz kurbanı isterdi, başka bir kurban kesilirse ona, tam dileklerinin aksini yapardı. Yağmur Dedenin çok işleri, efsaneleri vardı. Yağmur Dede bütün işlerinde bir başka Hızır’dı. Doğadaki bütün güçler onun elindeydi. Karı o yağdırır, fırtınayı o gönderir, yağmuru o dindirirdi. Suları o taşırırdı. Bir de bütün bozkırın bereketini o gönderirdi. Kıtlık yılları, vay Yağmur Dedenin başına gelene! Küfrün bini bir para. Yatırın önünde, dört bir yanından ağlayan, dövünen, ona alkış eden binlerce aç köylü . . .’’ (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 227) İnsanlar tarih boyunca beklentilerini bir tanrı veya kutsal eşya-insan özünde aradılar. Bu arayışın getirdiği birçok durum günümüzde de devam etmektedir. Kutsal sayılan insanlar, çeşitli motiflerle ilişkilendirildi. Kimisi hayattayken kimisi de öldükten sonra kutsal varlıklar olarak görüldüler. Tanrı ile insanlar arasında bir köprü vazifesi gören bu insanların ruhları hâlâ dünyadaymış gibi yansıtıldı. Halk arasında bu tür insanlara karşı beklentiler arttı. İslamiyet öncesinden beri var olan bazı gelenekler, Türklerin Anadolu’ya gelmesi ve ardından İslamlaştırılmalarıyla beraber sentezlenerek devam etmiştir. Mitolojik ögelerle süslenen ve genelde Şamanizm’le bağlantılı geleneklere göz atalım. 9 2.1) Ölüm Âdetleri Eski Türklerden beri devam eden bazı ölüm âdetleri hâlâ varlığını sürdürmektedir. Mezar yapıları, ölüm yemekleri ve ölü anılmaları gibi pek çok örneği sıralayabiliriz. Tepelere ya da ıssız yerlere kurulan mezarlar ve bu mezarların üzerine taşlar koyma geleneği eski Türklerden beri devam eder. 2.2) Çaput Bağlama Geleneği Anadolu’da evliya, ermiş, eren olarak bilinen bazı kişilerin mezarlarına adak olarak çaputlar bağlandığına şahit olmuşuzdur. Bu geleneği de eski Türklerdeki ‘atalar kültü’ ile bağdaştırabiliriz. Ölen babaların ya ataların ruhlarının, geride kalanlara iyilik ya da kötülük getirebileceği düşüncesi ve inancı, onlara saygı duymayı gerektirirdi. Ayrıca çaput bağlama, orman, su ve ağaç ruhlarına adanan adaklarının bir uzantısı olarak görülürdü. 2.3) Kurban Geleneği Her ne kadar İslamiyet’te yer alsa da aslında kurban çok daha eskilere dayanan bir gelenektir. ‘’Eski Türklerde kurban sunma geleneği kanlı ve kansız olmak üzere iki şekilde uygulanırdı. Ruhlara sunulan kanlı kurbanların başında göçebe toplumlar için çok önemli olan at gelirdi. Bunun dışında makbul olan kurbanlıklar sığır, keçi, koç, kuzu ve öküz gibi kurbanlıklardı.’’ (Bekki, 1996) 2.4) Yağmur Duası Geleneği Kırsal kesimlerde kıtlık ve kuraklık baş gösterdiği zaman insanlar genelde bir yatıra veya kutsal saydıkları bir varlığa sığınma ihtiyacı duydular. Bu sığınma ile Tanrı ve insan arasındaki ilişkinin sağlanacağı düşünüldü. Eski Türklerde de kullanılan bu gelenekte, insanlar ‘yada taşı’ adı verilen bir taşın yağmur yağdırabileceğine, fırtınalar çıkarabileceğine inanılırdı. Türklerin İslam’a geçişinden sonra bile bu geleneğin terk edilmediği görüldü. Daha sonra Nuh Peygamber’in oğlu Yasef’e vermiş olduğu bir taşın üzerine dualar yazdığı ve bu geleneğin de buradan devam ettiği söylenmektedir. 10 2.5) Evliya Mucizeleri İslamiyet’te görülen evliya, eren ve dedelerin mucizeleri Güngör, Yakut, Tuva, Altay şamanlarıyla benzerlik gösterir. Hacı Bektaş-i Velî’nin Anadolu’ya kuş donunda gelmesi hikâyesini de buna örnek olarak gösterebiliriz. Kuvvetle muhtemel, Türkler bu geleneği bırakamamış ve İslami gelenekte uygun gördüğü kişilere bu tür mucizeleri atfetmişlerdir. TAŞBAŞ KARAKTERİNİN MİTOS BAĞLAMINDA İNCELENMESİ Üçlemenin ilk kitabı olan Ortadirek’te köylü borçlarını ödemek ve her seneki geleneği bozmadan yerine getirmek için Çukurova’ya pamuk toplamaya gitmektedir. Taşbaşoğlu’nun tüm çabalarına rağmen Muhtar Sefer’in peşinden sürüklenen ve Çukurova’da umduğunu bulamayan köylü, yıllardır süregelen geleneği bozmuş ve Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyememişlerdir. Bir yandan Adil Efendi korkusu bir yandan da söylediklerinin gerçekleştiği görülen Taşbaşoğlu karakteri, korku ve endişe içindeki köylünün sığındığı bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Düzenli mitosların meydana getirdiği sistem mitolojiyi oluşturur. Mitoslar, insanların aldığı duyumları kulaktan kulağa yapılan aktarımlarla anlattığı olaylardır. Bunlar olağanüstü ögeler barındırırlar ve çokça değiştirilirler. Taşbaş karakterinin mitos hâline getirilmesi de burada başlamaktadır. Söyledikleri ve anlattıklarının gerçeğe dönüşmesi sonrası hâlihazırda bir dayanak arayan köylü için paha biçilemez bir umut kaynağı olmuştur. Adil Efendi’ye olan borçlarını düşünmeyecek, Adil Efendi’nin bir gün köye gelip de ellerindeki tüm varlıklarını alacağını hatırlamayacaklardı. Stres ve kaygılarla geçen günlerin yerini artık Taşbaş alacaktı. Tüm köy onun hakkında konuşacak. Kulaktan kulağa gezinen efsaneler sayesinde Taşbaş’ın ruhani değeri kat be kat artacaktı. Kitabın başlangıcında, Hasan karakterinin, yarattığı bir ‘Yağmurcuk Kuşu’ mitosu da vardır. Bu mitosa da değinmek gerekir. Çünkü bu mitos, sözlü halk kültürünün belirli bir yaş grubu aralığında toplanmadığını, her yaş grubunda var olabileceği gerçeğini göstermektedir. Ayrıca küçük bir çocuğun mitos yaratışı, 11 köylünün içerisinde bulunduğu sıkıntıların boyutunu da göstermiştir. Öyle ki bir çocuk bile gündelik hayatın sorunlarından kaçabilmek için bir kaçış noktası yaratmış, yarattığı mitosu da bir dayanak olarak kullanmıştır. ‘’Kuşun gözlerinin üstünde ak bir kaş gibi bir çizgi mi var? Ayaklan kara mı, kırmızı mı? Yeşile çalan bir renkte mi? Yemyeşil mi, çimen yeşili gibi? Mavisi gök mavisinden daha mı parlak? Gagası çok mu uzun, çok mu güzel? Bu kuşun başka yerine değil de gagasına baktıkça bakasın gelir. İşte bu güzel kuş güneşte yanardöner olur ama yağmurlu havalarda som mavi. İzci Yel Veli varmış eskiden, çok eskiden. Bin yıl önce yaşamış. Bu kuşu bir severmiş ki… Koyarmış karşısına, durmadan, gözlerini kırpmadan seyredermiş. Yağmurlu havalarda daha güzel göründüğünden "yağmurcuk kuşu" demişler.’’ (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 18) TAŞBAŞ KARAKTERİ ÜZERİNE ANLATILAN HİKÂYELER VE BU HİKÂYELERDEKİ MOTİFLER Köylünün Taşbaşoğlu’nu gözünde büyütmeye başladığı dönemlerde Vurgun Ahmet’in tüm köyü lanetledikten sonra gelip de Taşbaşoğlu’na evliya muamelesi yapması ve evinin eşiğini öpmesi, bir dönüm noktası olmuştur. ‘’Mümkünü yok bu Taşbaşoğlu’nda bir iş var. İki elimi ateşe sokarım ki, bu adamda bir şeyler var. Yoksa bütün köye söven Allah’ın divanesi, Peri Padişahı’nın iç güveysi Vurgun, gelir de onun önünde toprağı öper miydi? Bir de o kutsal sözleri söyler miydi? Bir de Taşbaş’ın insanı deli eden o sözleri kimin ağzından çıkabilir? Dünya dünya oldu olalı böyle okkalı sözleri hep ermişler etmişlerdir.’’ (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 135) Ayrıca genel itibarıyla Çarıksız Murat’ın uyarladığı Molla Ahmed menkıbesi dışındaki hikâyelerinin çıkış noktası bilinmemektedir. Bu durumu Kısacık Musa şu şekilde dile getirmektedir: "Bana demiştin ki, ilk öğreneceğim kimse bu hikâyeleri çıkaran kimsedir, demiştin. Ben en çok bunla uğraştım, bir türlü hikâyeleri kimin çıkardığını bulamadım. Sanki hikâyeleri insanların kulağına toprak anlatıyor, kaya, ağaç, esen boran, kopan fırtına, yağan kar anlatıyor. Belki şu ulu bozkırdan çağlayıp 12 esiyor. Bu hikâyeleri çıkaranı o kadar çok çalıştım, bulamadım. Bütün dünyanın en akıllı adamları da çalışsalar bulamazlar. Her şeyi bulurlar, bu hikâyeleri kimin çıkardığını bulamazlar." (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 165) 1) Molla Ahmed Menkıbesinin Taşbaş’a Uyarlanması Bu kısımda anlatılacak ve Kel Âşık tarafından da onaylanacak olan ‘Taş Baş’ menkıbesi, aslında Molla Ahmed’in menkıbesidir. Taşbaş isminin ortaya çıkışı hakkında uydurulan bir hikâyedir. Menkıbedeki bu kişi Taşbaş’ın Ulu Taşbaş olarak nitelendirilecek olan büyük büyük dedelerinden biridir. Baştan aşağısı taş kesen bir adamdan bahsedilir. Büyücü, adamın sevdiğine âşık olur, onu bu hâle getirip sevdiğini elinden alır. Adam, Ulu Taşbaş’tan bir çözüm yolu bulmasını ister. Ulu Taşbaş, cennetten bir nar çubuğu koparır ve toprağa kapanarak akşama kadar dua eder. Duası bitince nar çubuğuyla taş kesilmiş bedene üç kere vurur. Beden eski hâline dönünce, Ulu Taşbaş sevincinden dolup taşar. Fakat bu defa da etki tersine dönmüş, gövdesi çözülen adamın başı taşlaşmıştır. Tekrardan bir dua faslına başlayan ermişimiz, sabah yelleri eserken topraktan başını kaldırır ve görür ki durumda bir değişiklik olmamıştır. Duruma öfkelenen Ulu Taşbaş, sinirlenerek kendini feda eder. Kendi başının taşlaşmasını, adamın da sevdiğine kavuşmasını ister. Taş çözülür, adam sevdiğine kavuşur. Fakat Ulu Taşbaş’ın başı taşlaşmıştır artık. "…Şimdi diyeceksiniz ki Ulu Memet Efendimiz, şimdiki bu Taşbaş Memed’in dedesinin dedesi ne yaptı diyeceksiniz? Ağzı açılmaz ki dua etsin, gözü yok ki görsün, aklı yok ki düşünsün. Kulağı yok ki işitsin. Dağ başında taş olmuş başıyla kalakalmış. Bereket ki bedeni kutsal beden. Dağın kurdu kuşu, yılanı akrebi, kaplam ayısı onun bedenine dokunamaz. Bir bakmışlar ki Ulu Memet Efendimizin iki avucunun ortasında iki katmerli gül açmış. Güller kocaman, karanlıktan ağır ağır çıkar gibi durulmuş yaprakları açılıyor. İşte bu güller büyüsüdür. Ulu Memet Efendimiz bir akıl etse de güllü avuçlarını başına sürse, başı hemen taş olmaktan çıkacak. Aklı yok ki düşünsün, bu güller benim avucumda neden bitti, desin. Tam bu sırada başına, o taşın üstüne , gelmiş bir karakuş konmuş, gözlerini gagalamaya başlamış. Gagaladıkça da başını sallarmış. Derken, sağ elini başına götürmüş, gülün bir yaprağının ucu başına değmiş. Değdiği yer taşlıktan çıkmış, kuş gagaladıkça, o elini başına değdirirmiş. Sonra iki eliyle birden başını tutmuş. Baş tümden taş olmaktan 13 kurtulmuş. Ulu Memet Efendimiz de oraya düşüp üç gün üç gece uyumuş. Köye gelmiş, başından geçenleri bir bir anlatmış da kimseyi inandıramamış." (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 144) Hikâyenin aslını herkes bilmektedir fakat bildiklerine inanmak istemezler. Onların gözünde bir Taşbaş efsanesi vardır. Bu efsane ve ismin doğuşu, önlerinde kanlı canlı olarak duran Taşbaş’ın soyunu yüceltilmesi isteğine dayalıdır. Hikâye, motif bakımından oldukça zengindir. İlk başta gözümüze çarpan ‘gül motifi’ olur. Hikâyedeki gül, başı taşlaşan Taşbaş’ın eski hâline dönebilmesi için ellerinde açan büyülü bir motiftir. Gül, İslam mitolojisinde cennet çiçeklerinin en ulusu olarak anılır. Ulu Taşbaş’ın ermişliği ve cennet ile arasındaki bağı sebebiyle kurtuluşunun çözümü ellerine sunulmuştur. Bir diğer motif de ‘karakuş motifi’dir. Karakuş, Türk mitolojisinde iyiliğin sembolü olarak görülen kutsal bir kuştur. Ayrıca Sibirya folklorunda da hikâyedeki olaya benzer bir anlam taşımaktadır. ‘’Sibirya folklorunda da rastlanılan Karakuş, tanrıların postacısı, habercisi, onlarla sürekli iletişim kurarak insanlar ile tanrılar arasındaki haberleşmeyi sağlayan bir mitolojik kuş olarak tasvir edilmektedir.’’ (Karadavut, 2010, s. 77) 2) Lokman Hekim Menkıbesinin Taşbaş’a Uyarlanması Lokman Hekim menkıbesi, Taşbaşoğlu’nun büyük büyük dedelerinden biri olan ve yine kendisiyle aynı ismi taşıyan Taşbaş Memet’e uyarlanmıştır. Taşbaş Memet, hünerlerinden ötürü Lokman adını aldığı, onun sayesinde dünyadaki tüm hastalıkların sona erdiği, tek derdin ölüm olduğu söylenir. Taşbaş Lokman bir gezginmiş. Tüm dünyayı gezmiş, her türden bitki ve varlıkla konuşurmuş. Tüm varlıklar, hangi hastalığa iyi geldiklerini onun kulağına fısıldarmış. Bunları not alarak o bitki veya varlıktan bir parça alırmış. Tüm dünyayı gezerek yelin, sızının ilacını arıyormuş. Bir gece uyuduğu yerde ışımanın etkisiyle uyanmış. Gökyüzü kartallardan dolayı görünmez hâldeymiş. Yakınlarda bir göl varmış ve binlerce kartal bu gölün etrafında dolanıp suya dalıp dalıp çıkıyorlarmış. İkindiye doğru Taşbaş Lokman, gölün başına gelmiş. Göl, Lokman’ı görünce her türlü yele ve sızıya iyi geldiğini, gölün etrafındaki kartal tüylerinin yağının da sızlayan yerlere sürülüp gölün suyuna girilmesiyle 14 şifa bulacağından bahsetmiştir. Burası Toros kayalıklarındaki ‘Kartal Çimek’ denilen yermiş. Ayrıca bir başka hikâyede de Taşbaş Lokman Sultan’ın Erciyes’e yoksulluğun çaresini bulmaya gittiği de anlatılır. Erciyes’in tepesinde bir çiçek varmış. Çiçek, arkasından ışıklandırılmış ve sürekli renk değiştirirmiş. Bu çiçeğe yaklaşan hiçbir canlının hastalanmayacağı, hiçbir yoksulluk çekmeyeceği söylenirmiş. Ayrıca bir diğer hüneri de ölüme çare oluşuymuş. Bunu bulan da yine Taşbaş Lokman’mış. O çiçeğin yaprağına dokunan veya gölgesinde duran herkes ölümsüz olurmuş. Bu çiçeğin etrafında bir evren varmış. Evren, çiçeğin her yerini sararmış. Günde bir kez uyur ama bu saatin ne zaman olduğu bilinmezmiş. Taşbaş Lokman yıllarca beklemiş ve bu evrenin uyuduğu zamanı bulmuş. Çiçeğe dokunmuş fakat evren uyanıp fark etmiş onu. Öldürmeye kıyamadığı için de elinden ölümsüzlüğünü almış. Bir diğer hikâyede de Taşbaş Lokman her türden varlıkla konuşmasına rağmen konuşmadığı ve kimseye söylemediği bir çiçeği yıllarca ararmış. Bir gün Toroslar’a gelip, Tarsus’taki bir yaylaya çıkmış. Yaşlılığın ve yorgunluğun etkisiyle ulu bir çınar ağacının altındaki kaynaktan suyunu içmiş ve uykuya dalmış. Tanyeri ışırken gözlerini açmış. Ortalık koyu karanlıkmış. Çınarın dibinden bir ışık patlamış. Işıktan bir ses, ışığın ilacının kendisi olduğunu söylemiş ve her şeyi defterine kaydetmiş. Misis köprüsüne gelip herkese ölümün çaresini bulduğunu söylemiş. Yazılanları okuyacakken ak bir kanat gelip defteri Ceyhan ırmağına düşürmüş. Kim tarafından anlatıldığı bilinmeyen ve köylüyü derin bir etkinin içine alan bu hikâyelerin gerçeğini de yine herkes bilmektedir. Fakat öylesine inanmışlardır ki bu duruma köy köy, yöre yöre yayarak hikâyenin gelişip büyümesini sağlamışlardır. Motifler açısından incelediğimizde ise göze çarpan motif ‘kartal motifi’dir. Kartal, eski dönemlerde Güneş’in ve Gök Tanrı’nın sembolü olarak sayılırdı. Yuvasını yüksek kayalıklar üzerine kurup yükseklerde uçması ve aynı zamanda avcı bir kuş olmasından dolayı kutsallık anlamı yüklenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. 15 3) Kaz Dağı’ndaki Sarı Kız Efsanesinin Taşbaş’a Uyarlanması Sarı Kız ile Ulu Taşbaş Memet’in anlatıldığı, Muhtar Sefer tarafından köylünün algısını kırmak için uydurulan ve köylü tarafından kabul görmeyen uydurma bir hikâyedir. Bu hikâyede Sarı Kız ile Ulu Taşbaş Memet’in aşkı anlatılmıştır. 4) Taşbaş’ı Öldürmeye Gelen Muhtar Sefer ile Ömer’in Efsaneleşmesi Bir gece Taşbaş’ı öldürmeye karar veren Muhtar Sefer, Ömer’i de yanına alarak Taşbaş’ın evine doğru yola çıkar. Üzerlerine geçirdikleri kar beyaz örtülerle kamufle olup ellerindeki tüfeklerle Uzunca Ali ve Koca Halil’i taklit edip eve girerek Taşbaş’ı öldürmek isterler. Şans eseri Uzunca Ali’nin evinde bulunan Taşbaş, ölümden kurtulmuştur. O sırada uyur vaziyette evde bulunan Taşbaş’ın karısı Uzunca Ali’nin sesini taklit eden Ömer’in kapıyı çalmasıyla uyanır. Kapıyı açtığı zaman gördüğü beyaz çarşaflara anlam veremeyen ve korkudan kilitlenip kalan Taşbaş’ın karısı, aldığı darbeyle ile yere kapaklanır. Taşbaş evin içerisinde bulunamaz. Taşbaş’ın yatakta olduğunu düşünen ve evden çıkıp gittiğinden habersiz olan karısı, olanlara anlam veremez. Evde Taşbaş’ı bulamayan Muhtar Sefer ve Ömer, hızla evden kaçarak gözden kaybolur. Haberi alan köylü Taşbaş’ın evinde toplanır. Kadın, gördüklerini büyülenmiş bir şekilde abartarak anlatır. Sonunda, gelen kişilerin ‘Uzunca Ali ve Koca Halil hüviyetiyle köylüyü kurtarmaya gelen ve Taşbaş’ın ataları olan ermişler olduğuna karar verirler. Böylelikle bir efsane daha doğmuş olur. 5) Memidik’in Işıklar Evliyası Taşbaş Hikâyesi Avcılık yapan Memidik, bir gece avlandığı sırada düş görür. Bu düşü bütün köylüye anlatmak için gece boyu tüm evleri dolanır. Yalnızca Muhtar Sefer’in evine gitmez. Kendisine öfkeleneceğini düşünür. ‘’…Bir de baktım ki karartı tam önümde. Gene eski durduğu yerde durur. Ne göreyim, bir baktım ki, önümde kim? Yüzüne bakamazsın, öyle güzel. Kim? Taşbaş Efendimiz. Yaa, Taşbaşoğlu Efendimiz. Arkasında yedi top ışığı, yedi küheylan at gibi. Tüm bedeni de yeşile kesmiş. Her yanından da yerden gökten de ışıklar yağar. 'Sana kul olayım. Taşbaş Efendimiz, bizi bağışla,' dedim…’’ (Yer Demir Gök Bakır, 1963, s. 185) 16 Anlatılanları öğrenen Sefer, yine aynı gece Memidik’i evine çağırır. Olayları onun ağzından dinlemek ister. İlk başlarda korkuya kapılan Memidik, Muhtar Sefer’in güler yüzünü görünce rahatlar ve olayları daha içten anlatmaya başlar. Muhtar Sefer, Memidik’i hayal gördüğüne ikna etmeye çalışır. İşin çözülemeyeceğini anlayan Sefer, Ömer’e verdiği talimatlarla Memidik’e gece boyu işkenceler yapar. Memidik’in hikâyesinden vazgeçmemesi hem Ömer’i hem de Muhtar Sefer’i şüphede bırakacaktır. 6) Ak Güvercin Donuna Giren Taşbaş’ın Adil’i Ziyareti Köylüler, Adil Efendi’nin köye gelmeyişini bir sebep üzerine oturtmaya çalışırlar. Önceleri Adil Efendi’nin gelip bütün her şeylerini ellerinden alacağını düşünerek kaygılanan ve yanıp tutuşan köylü, şimdilerde ise köye gelmeyişini dert etmeye başlar. Bu sessizliği bir anlam veremeyen köylü, çareyi Taşbaş’ta bulur. Taşbaş bir gece ak güvercin donuna girer ve Adil’in penceresine konar. Pencereyi açan Adil, karşısında gözleriyle alev saçan bir ak güvercin görür. Ak güvercin dile gelir ve Adil’e tehditler savurur. Sakarcalık köylüsünün Çukurova Ağasına yaptıkları hikâyeyi hatırlatır. Köylünün dertlerinden bahsederek, bu sene borçlarını istemek için köye gelmemesini, köylüye haber salarak dükkanından istediklerini alabileceğini söylemesini, köylünün de seneye çalışıp iki yılın borcunu birden ödeyeceğini söyler. Adil altına işer ve köylüye haber salarak istedikleri her şeyi alabileceklerini söyler. Güvercin sevincinden kanat çırpar ve tüm köye bereket ve mutluluk getirir. Hikâyedeki ‘ak güvercin motifi’ göze çarpmaktadır. Güvercin, Dede Korkut Hikâyeleri’nde ve Uygur metinlerinde rastlanılan bir halk hikâyeciliği motifidir. Anadolu’da ve Türkler arasında yaygın olarak rastlanılan görüş, güvercinin bolluk ve bereket getireceği inancıdır. Ayrıca hepimiz tarafından bilinen bir diğer durum ise güvercinin barış sembolü olarak görüldüğüdür. Hepimiz, ağzında zeytin dalı olan bir güvercinin ne anlama geldiğini biliriz. Nitekim hikâyedeki ak güvercin, Adil’e bir barış teklifi götürmüş ve zoraki de olsa bolluk, bereket içeren bir haber getirmiştir. 17 7) Taşbaş’ın Evinin Önünde Yanan Kutsal Ateşin Hikâyesi Köylüler artık peşe peşe hikâyeler sıralamaya başlar. Bunlardan biri de Taşbaş’ın evinin önünde durmadan yanan ‘kutsal ateş’in hikâyesidir. Hem ev hem de evin etrafında yanan ateş kutsallaştırılır. Bozkırdan gelen ak elbiseli, yeşil sarıklı kırk ermişin, Taşbaş’ın evinin önünde yanan ateşi durmandan harladığını anlatırlar. Binlerce ergen kız ve erkeğin yanan ateşin etrafında oynaştıklarından bahsederler. 8) Taşbaş’ın Cennet Ziyaretinin Hikâyesi Hikâye, Cennet’i arzulayan Taşbaş’ın gözünü açtığı zaman uzun kanatlı kızları görmesi ve bu kızların, Taşbaş’ı ellerinden tutup cennete götürmesiyle başlar. Olayları aktaran kişi Taşbaş’ın karısıdır güya. Böyle bir şeyin mümkün olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Zira kadın ne kadar anlatmak için çırpınsa da Taşbaş’ın kendisini çarpacağı korkusuyla hiçbir şey söyleyemez. Ermiş sözüne karşı durmanın ne demek olduğunu iyi bilir. Taşbaş, cennetin güzelliği karşısında ne kadar mest olsa da köylüsünü düşünür ve yokluğunda başlarına gelecek olan felaketleri önlemek için, köylüsü için cennetten vazgeçer. 9) Taşbaş’ın Geceleri Kâbe’ye Gittiği Hikâyesi Köylüye göre Taşbaş, her gece Kâbe’ye gider ve sabah gün doğmadan önce de köye geri dönermiş. 10) Yeşillere Bürünmüş Taşbaş’ın Hikâyesi Köylünün bir başka inancı da Taşbaş’ın yeşil bir bedene sahip olması ve bunu da yüreği temizlerin, çocukların ve çocuklar gibi saf olan insanların görebileceğidir. 18 11) Taşbaş’ın Evinin Damındaki Işıklı Ceviz Ağacının Hikâyesi Bu hikâye, Taşbaş için dönüm noktalarından biridir. Sarı Kız’ın Kaz Dağı’ndan getirip Tekeç Dağı’na diktiği ceviz ağacının, her gece ışıldayarak Taşbaş’ın evinin üzerinde asılı durduğu anlatılır. Hâlihazırda ermiş olduğunu düşünmeyen ama bir o kadar da ikircikte kalan Taşbaş, ermiş olup olmadığını anlamak için bu yolun makul olduğunu düşünür. Evinin dışındaki hasta kalabalığına yakalanmamak için arka taraftan dolanarak, evi tam karşıdan görebilecek bir noktaya kurulur ve beklemeye başlar. İlk gece ışık gelmez ve üşüdüğünün iyice farkına varan Taşbaş, ertesi gece yeniden gelmek üzere yerinden ayrılır. Ertesi gece küçük bir ışık halkası görür ve sevinir. Artık ermiş olduğuna kendisi de inanmıştır. Hikâyedeki ‘ağaç motifi’ tüm köylülerin hatta tüm Çukurova’nın saygı duyduğu bir semboldür. Tüm dünya mitolojilerinde ağaç kutsal bir varlık olarak kabul edilir. Türk mitolojisinde de önemli bir yeri olan bu motifin, yaratılış olaylarıyla ilişkilendirildiği görülmektedir. Tanrı’ya kavuşmanın yolu Evliya Ağacı’ndan geçerken Osman Gazi’nin rüyalarına giren ve hâkimiyetinin boyutlarının nerelere kadar ulaşacağını anlatan da yine bir ağaçtı. 12) Köylüsü İçin Baldan Vazgeçen Taşbaş’ın Hikâyesi Bir gün Taşbaş Efendi’nin canı öylesine bal istemiş ki gözünü bir açmış da karşısında bir kovan bal görmüş. Fakat bu kadar istemesine rağmen bala dokunmamış. Bala, onu yiyemeyeceğini söyleyip, köylülerinin bu zamana kadar bal yemediğinden, köylüleri bu durumdayken kendisinin de bal yiyemeyeceğinden bahsetmiştir. Aslında köylü burada, olan bir hikâyeden ziyade olmasını istedikleri bir durumu dile getirmişlerdir. Olayın gerçek olmadığı herkes tarafından bilinir ama Taşbaş’ın evliyalık durumu bilinç altlarına öylesine işlemiştir ki hepsi buna inanır hâle gelmişlerdir. Kendilerince Taşbaş’ın gitmemesini istedikleri, tıpkı Cennet’ten vazgeçen Taşbaş gibi bir Taşbaş yaratmışlardır. 19 13) Tek Bir Hurmayla Doyan Taşbaş’ın Hikâyesi Artık yemeğe bir ihtiyacı kalmayan Taşbaş, her gün Bağdat’tan kendisine getirilen tek bir hurmayla karnını doyururmuş. Bu hikâyedeki esas nokta Taşbaş’ın artık bir insan figüründen çıkarılmaya başlanmasıdır. Taşbaş, insandan ziyade kutsal bir ruh hâline gelmiştir. 14) Hayat Suyundan İçen Taşbaş’ın Hikâyesi Divan edebiyatındaki Hızır ile İlyas peygamberin Abı Hayat menkıbesinin Taşbaş’a uyarlanmış hâlidir. 15) Perilerin Saray Yaptığı Taşbaş’ın Hikâyesi Köylüye göre periler, Tekeç Dağı’nın tepesine Taşbaş için sırçadan bir saray yaptırmış ve buyur etmişlerdir. Kuvvetle muhtemeldir ki Taşbaş, köylüsünü bırakmak istemediği için bu teklifi de geri çevirmiştir. 16) Alnına Üç Top Işık Konan Taşbaş’ın Hikâyesi Taşbaş’ı karakola çağıran Yüzbaşı, onu gördüğü anda ayaklarına kapanmıştır. Kendisinden af dilemiştir. Taşbaş’ın alnında bir ışık belirmiş ve pencereden fırlayıp gitmiştir. Az sonra geri dönen ışık, üç top ışık olarak dönmüş ve Taşbaş’ın alnına konmuştur. Yüzbaşı bu olaydan sonra Taşbaş’a övgüler dizmiş ve onu köyüne uğurlamıştır. 17) Hastalara Şifa Olan Taşbaş’ın Hikâyesi Taşbaş’ın evliyalığı yayıldıktan sonra Çukurova’dan bile hastalar gelmeye başlar. Bir anda kendini hastaların arasında bulan Taşbaş, ne yapsa da kurtuluşunun olmadığını anlar ve hastalar üzerinde okuyup üflemeye başlar. 20 Toros köylerinden yedi yıldır yatalak olan genç bir kız getirilir. Bacakları öylesine incedir ki kuru bir dalı andırır. Taşbaş ellerini kızın bacaklarına sürmüş ama kız iyileşmemiş. Daha sonra Tekeç Dağı’nda üç gün üç gece dualar etmiş fakat geldiğinde durum yine aynıymış. Kızın durumuna içerlenen Taşbaş, üç top ışığın konduğu alnını kızın bacaklarına sürmüş ve kız o anda iyileşip yürüyerek köyüne dönmüş. Çukurca köyünden Dilsiz Memet Ali adında bir çoban gelmiş. Bu çoban, koyunlarını yedirmemek için sabaha kadar kurtlarla boğuştuktan sonra dilsiz kalan bir çobanmış. Taşbaş, ağzına tükürdükten sonra bülbül gibi konuşmaya başlamış. Yedi yıldır sıtmaya yakalanmış ve günaşırı sıtmaya tutulan Alaca Kemal, Taşbaş’a gelmiş. Taşbaş onun burnuna bir tutam pamuğu zeytin yağına batırıp yakmış. Alaca Kemal bir daha sıtmaya yakalanmamış. Otuz beş yıldır kör olan yetmiş yaşındaki Zalim Mustafa, Taşbaş’a gelmiş. Söğüt yapraklarını yarasa kanadıyla karıştırıp üstüne okumuş ve ardından yakmış. Dumanı Zalim Mustafa’nın gözüne girince gözleri açılıvermiş. Başlangıçta ermişliğe inanmayan ve bu durumdan yakınan Taşbaşoğlu, zamanla ermişlik oyunun içerisinde bulur kendini. Köylü ve Muhtar Sefer arasındaki karmaşada tüm gerçeklik algısını yitirmeye başlar. Kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını görür ve bile bile kendi sonunu hazırlar. Düştüğü umutsuzluğun izleri serinin son kitabı olan Ölmez Otu’nda da devam eder. Açlık, sefalet ve zorluklarla geçen aylardan sonra, kendisini ölü olarak bilen, hâlihazırda pamuğa inmiş olan köylüsüne gider. Fakat beklediği tepkiyi ve ilgiyi göremez. Köylünün gözünde bir ölüdür artık. Karşılarında duran beden, Taşbaş Efendileri tarafından kendilerini sınamak için gönderilen bir siluettir sadece. Karısı ve çocukları bile onun yaşadığına inanmazlar. Durumun bilincinde olan tek kişi Muhtar Sefer’dir. Bir müddet bazı köylüler de onun Taşbaş olduğunu anlamış ama durumundan dolayı kendisine yanaşmamıştır. Hakaretlere dayanamayan, eski günlerini bir daha geri getiremeyeceğini anlayan ve umduğunu bulamayan Taşbaş, tanyeri doğarken suyun dibine ağır ağır çöken taşlar gibi, göğsüne bastırdığı, Hasan’ın kendisine verdiği kibritlerle ve tüm kerametleriyle birlikte suya gömülmüş, evliyalığını ölümle pekiştirmişti. 21 SONUÇ Yazar, fakirliğin, umutsuzluğun ve korkunun getirdiği sıkıntıların pençesinden kurtulmak isteyen halkın, kurtuluş için yarattıkları bir mitin çıkış noktasını ve gelişimini Taşbaşoğlu üzerinden ele almıştır. Başlangıçta bir halk hikâyesi olarak anılan Taşbaş, zamanla mitos hâlini almış ve gelişmelerle beraber en sonunda mitolojik bir kahramana dönüşmüştür. Taşbaşoğlu, mitlerin halk arasındaki çıkışını, yayılımını, gelişimini ve çöküşünü gösteren incelikli bir karakterdir. Halkın zor zamanlarında yaratıp dört elle sarıldığı, birazcık bolluk gördüğü zaman da baş aşağı çevirip yerden yere vurduğu bir efsanedir. Halk ile bağını koparan daha doğrusu halkın bağını kopardığı Taşbaşoğlu, bedenen mitolojik anlamını yitirerek basit bir kişiliğe dönüşmüştür. Fakat ruhani gücünü ölümünden sonra bile devam ettirmiştir. Yaşar Kemal bu eserinde sözlü halk geleneği ürünlerine sık sık yer vererek ışık, kartal, ağaç, kırklar, dağ, toprak, abı hayat gibi birçok mitolojik motifi de hikâyelerle harmanlamıştır. Kitap, dinlerin, peygamberlerin ve ermişlerin doğuşunu anlatan bir alegoridir. Yazar neredeyse dış dünya ile bağı kopuk olan ve sürekli aynı yüzler, aynı sıkıntılar, aynı günler etrafında hapsedilen halkın, tarih boyunca yaratıp durdukları bir kurtuluşun kurgusunu yeniden yazıp çizmiştir. Yer Demir Gök Bakır, Taşbaş’ın ermişliğini ret etmediği için işkence gören Memidik’in iradesi gibi çelikten bir inanca sahiptir. 22 KAYNAKÇA Aytaş, G. (2003). Türkülerde Turna. Bekki, S. (1996). Türk Mitolojisinde Kurban. Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi. Bolat, H. K. (2006). Dağın Öte Yüzü Üçlüsü. Yaşar Kemal'in Romanlarında Sosyal İlişkiler Açısından Şahıs Kadrosu. Elazığ: Fırat Üniversitesi. Karadavut, D. D. (2010). Mitolojik Kuşlar Üzerine Düşünceler. Millî Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi(85), 77. Kemal, Y. (1963). Y. Kemal içinde, Yer Demir Gök Bakır (s. 227). YKY. Kemal, Y. (1963). Yer Demir Gök Bakır (s. 93-94). YKY. Kemal, Y. (1963). Yer Demir Gök Bakır (s. 18). YKY. Kemal, Y. (1963). Yer Demir Gök Bakır (s. 135). YKY. Kemal, Y. (1963). Yer Demir Gök Bakır (s. 144). YKY. Kemal, Y. (1963). Yer Demir Gök Bakır (s. 185). YKY. Kemal, Y. (1963). Yer Demir Gök Bakır (s. 165). YKY. Korkmaz, M. (2012). Mitoloji Sözlüğü. Alter Yayıncılık. Öztürk, Ö. (2009). Folklor ve Mitoloji Sözlüğü (s. 8). İstanbul: Phoenix Yayınları. 23